Başlık için Ceren'e tşkler. =)
Ölüm. Huzur.. Rahatlık.. Mutluluk.. Dinginlik.. Sessizlik… Sessizlik mi ?
Eğer ölüm sessizse.. ben ölmüş olamazdım. Bu imkansızdı.. Eğer ölmüş olsaydım, bu kadar gürültü duyulur olamazdı. Eğer ölmüş olsaydım, bu bağrışları duyamazdım. Eğer ölmüş olsaydım, kulaklarımda hala dehşet çığlığım çınlıyor olmazdı..
“Thomas !”
Çığlığımla birlikte gözüm de açılmıştı. Siyah, yıldızsız geceye.. Yanımda Elizabeth nefesini tuttu. Ve tam o sırada bir şey fark ettim. Gözüm ardına kadar açık olduğu halde hiçbir şey görmüyordum.. Gece o yüzden siyahtı, o yüzden yıldızsızdı, o yüzden ıssızdı..
Ama bir şey daha fark ettim, gözümü kapayamıyordum. Kapamak istemiyordum. Kapayınca her şeyi bırakacağımdan korkuyordum belki de.. Hiçbir zaman kalkıp gördüklerimin gerçek olmadığını kanıtlayamayacağımdan.. Hatta belki de, aynı şeylerin tekrar gözümde canlanacağından, bana aynı acıyı yaşatacağından..
Sonunda, bütün direnmelerime rağmen gözüm kapanmıştı..
Belki bir saniye sürdü bu, belki iki, belki de üç.. Ama ben o sırada her şeyi tekrar ettim, üç saniyeye benim bütün ömrüm gibi görünen her şeyi sığdırdım..
En yüksek kulenin merdivenlerinden iniyordum, eteğimi hışırdatarak, saçlarımı arkamda uçuşturarak.. Bir yandan da pencerelerden dışarıya bakışlarımı fırlatıyordum panikle.. Arkamdan bas bas bağıran uşağımın sesi duyuluyordu, gitmemem için yalvarıyordu, annem için..
Umurumda bile olmadan inmeye devam ediyordum, artık en fazla üç kat kalmıştı savaşın göbeğine inmeme. Her şeyi durdurmama, belki de. En azından ben öyle sanıyordum..
Ter içinde koşturmaya devam ederken eteğim el verdikçe, önüme gelen sarı saçlarımı çektim yüzümden. Hala pencerelerden onu ararken, görüşüme engel olmalarını engellemek için..
Ve son kat.. Son bir kat.. Ardından, toprak zemin ayağımın altındaydı..
İlk gördüğüm şey, onun yüzü oldu. Diğerlerinin yanında yakışıklı yüzü fazlasıyla ayırt edilirdi. İkinci gördüğüm şey ise, bir kılıcın kınından çekilişi oldu. Kılıç, havaya kaldırılırken gelen ay ışığıyla parladı.. Ve kılıcın sahibi, elinde silahıyla yakışıklıma doğru koşarken, nereden geldiğini bile görmediğim bir ok, adamın göğsüne saplandı. Adam yere yığılmadan önce, ay yüzünü aydınlattı, ve bakışları benimle buluştu: abim…
Ben daha ona bakarken, üç metre ötesinde başka biri sırtından yedi oku, ve öne düşmeden önce, gözleri bütün alanı taradı.. Beni arayan gözleri.. Thomas’ın gözleri..
Bedeni yere değdiği anda, sanki bütün sesler kesildi, sanki savaş durdu. Ardından, benim sesim, olmayan sessizliği bozdu.. Ne olduğunu anlamış sesim..
“Thomas !!”
Ve yerdeydim, Elizabeth, uşağım bana doğru koşturuyordu..
Bu gördüğüm son şey üzerine gözlerim açılmıştı tekrar. En parlak rengine bürünmüş geceye.. Bana inat, büyük bir zafer havası içinde olan gökyüzüne. Ardından ayı buldu gözlerim, yeni ayı.. Önünde iki parlak yıldız vardı, sanki bana gülümsüyordu evren. Sanki beni yanına çağırıyordu..
Ne yaptığımı bile anlayamadan, ayaktaydım, ve koşuyordum. Nereye olduğunu bilmeden koşuyordum. Ayaklarım kendiliğinden hareket ediyorlardı, sanki beynim devre dışı kalınca harekete geçmesi gereken robotlardı..
Ve sonra, başım da istem dışı bir şekilde hareket etti. Saçlarımı savurarak arkama baktığımda, gördüğüm son şey bir adamdı. Elindeki yay gerilmiş bir adam, yaydan çıkan oku doğruca bana yönlendirmiş olan adam..
Bir kadın çığlığıyla yere yıkıldığımda ise, gördüğüm son şey onun yüzüydü.. bana gülümseyen yüzü…
Bunu yazarken ne düşündüğüm hakkında hiçbir fikrim yok, ama yorumlarınızı bekliyorum. .lol!: